Kadına şiddet uygulanmasının adeta sıradan olay haline geldiği ülkemizde, son on yılda olay şiddet boyutunu aşarak kadınların birbiri ardına katledilmesine dönüşmüştür.
Önceki gün açıklanan bir TV haberine göre sadece 2014 Ekim ayında işlenen kadın cinayeti sayısı 29’ dur. Kadın cinayetleri sayısının incelenmesi ile ortaya çıkan en ürkütücü sonuç, bu sayının son on yılda çok büyük artış göstermiş olmasıdır.
2013 yılında öldürülen kadın sayısı 237 iken, 2014 yılının ilk on ayında bu sayı 255’ e çıkmıştır.
Bu cinayetlerin sosyolojik nedenleri bilim adamları tarafından mutlaka araştırılmalıdır. Çıkan sonuçlar doğrultusunda yeni önlemler alınmalı ve gerekirse, yeni yasal düzenlemeler de yapılarak bu katliam ne pahasına olursa olsun durdurulmalıdır.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, ülkemizin kadın cinayetleri konusunda geçmişten gelen sicili de çok temiz değildir.
Özellikle de, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde çoğu da çocuk yaşta zorla evlendirilen kızlardan, evlilik sonrası mutsuz olup ayrılarak kendi yaşamlarını seçenlerin kaçınılmaz sonu, öldürülmektir.
Çoğu da kendi ailesinin fertleri tarafından aile namusunu temizlemek adına öldürülüyorlar. Adına da “Töre Kanunu” Denerek, bu cinayetlerin adeta masum gösterilmeye çalışılması ise, kadınını yok sayan çağdışı anlayışın en açık ifadesidir. .
Üstelikte bu cinayetleri işleme görevinin aile meclislerinde alınan kararlar doğrultusunda, ailenin küçük yaştaki erkek çocuğuna verilmesi ise, üzerinde durulması gereken bir başka sosyolojik sorunu ortaya koymaktadır.
Düşünün ki, daha çocuk yaşta eline kardeşkanı bulaştırılmış bir gencin geleceğinin nasıl şekilleneceği de, bir başka sorunu tartışmaya açmaktadır.
Töre cinayetleri dışında utanç ve korkuya bağlı olarak büyük bir çoğunluğu aile içerisinde örtbas edilen bir başka kadına şiddet uygulaması da, aile içi tecavüzlerdir.
Ensest ilişki olarak adlandırılan aile içi cinsel istismarlarda da en çok zarar görenler, aile fertleri tarafından tecavüze uğrayan kız çocuklarıdır.
Geçmişten günümüze devam eden “Töre cinayetlerini” Bir yana bırakarak, kadınlara karşı uygulanan şiddet olaylarında ki artışa dönersek, bu artışın bilimsel yönlerini incelemek sosyologların işi olsa da, günlük yaşamımızda sıkça gördüğümüz ve sıradanlaşan bazı sapkınlıkları tartışmak gerekir diye düşünüyorum.
Toplumumuzda çokça yaşanan bir başka kadına şiddet olayı da, evli kadınların kocalarını bir başka kadınla (Kuma) paylaşmak zorunda bırakılmasıdır.
Özellikle ekonomik özgürlüğü olmadığı için direnme gücü olmayan kadınların çaresizlik sonu kabul etmek zorunda kaldığı kuma dayatması, toplumumuzda çok rastlanan bir erkek zorbalığıdır.
Hepsinden de çok daha feci bir olay, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanmaktadır.
Son zamanlarda sıkça duyulur olan ve erkeklerin merhamet duygularının depreşmesi sonucu, savaştan kaçarak ülkemize sığınan mülteci kadınlardan, birkaç tanesini korumak adına dini nikâhla himayelerine almaları olayıdır.
Bu iğrençlik, katı İslami kuralların uygulandığı İran’da işi kitabına uydurmak için yapılan (Kimi kandırıyorlarsa?), “Muta” Nikahlarına özentinin bir yansımasıdır..
Son on yılda yapılan her uygulamanın dini inançlar temeline oturtulmaya çalışılması, bir sürü yanlışın tartışılmasını engeller hale gelmiştir..
Din öğretmeleri de dâhil öğretmenlerinin ve Kur’an kursu hocalarının kız öğrencilerine yönelik taciz haberleri sıradanlaşmaya başlamıştır.
Milletvekilleri arasında dahi çok eşliliğin varlığından söz edilmesi de, bir başka ayıbımızdır.
Yargı bağımsızlığına vurulan darbelerle yargıya güvenin azalması ile cezaların caydırıcılığını yitirmesi de, kadına şiddet eylemlerini artırıcı bir neden olmaktadır.
Şiddet gören kadınların devlet korumasına alınması dahi, zaman zaman kadın cinayetlerini önleyemez hale gelmiştir.
Tüm bu nedenlerle, bir kısmı ekonomik sorunlara dayalı olan aile içi geçimsizliklerde yargıya olan güvensizliğin de etkisi ile hukuk yoluna gitmek yerine, erkekler elini kana bulamayı tercih edebilmektedirler.
Kadına şiddet uygulamasının İslam dünyasın da daha çok olması da işin bir başka üzücü yanıdır.
Şeriatı getirmek için savaştığını söyleyen bazı dinci terör gruplarının (İŞİD gibi) esir aldıkları kızları ve kadınları seks kölesi yapması, İslam Dini ile nasıl ilişkilendirildiğini de anlamak mümkün değildir.
Özetle söylenecek şey, erkeklerin fiziksel üstünlüklerini de kullanarak kadınlara şiddet uygulaması, erkek egemenliğinin kaba gösterinden başka bir şey değildir.
Bu konuda, Büyük Önder Atatürk’ün kadınlarımıza çoğu dünya ülkesinden önce verdiği haklara sahip çıkamayan kadınlarımızın edilgenliği kolayca kabullenmesi de, kadınlarımız adına üzüntü verici bir tablodur.
Kadınlarımızın bu utanç verici şiddet eylemlerinden kurtulmasının en önemli koşulu, kadınlarımızın kendilerine dayatılan 2. Sınıf insan muamelesini reddedip, çağdaş dünyanın kabul ettiği ve yasaların kendilerine verdiği haklara yılmadan sahip çıkmasından geçmektedir.
Çocuklarımızın anası, geleceğimizin teminatı kadınlarımızı birkaç özel günde hatırlamak yerine, ona toplumda ki hak ettiği konumu vermeliyiz.
Avrupa Birliğine girme hedefinde olan bir Türkiye’ye, adının kadına şiddetle anılması yakışmamaktadır.
Bu utançtan kurtulduğumuz bir Türkiye özleminin gerçekleştiği günleri görmek dileğiyle, güzel haftalar..