Yıllardır çağdaş demokrasilerin olmazsa olmaz kuruluşlarıdır diyerek önemsenen sivil toplum kuruluşları da yok ediliyor. Son dönemlerde sivil toplum kuruluşları üzerinde öyle bir baskı oluşturuldu ki, çok değişik şekillerde etkinliklerini kaybettiler.
Oysa bu kuruluşlar toplum adına görev yapmak üzere kurulmuşlardır. Onlar toplumun sesi olmak zorundadırlar.
Bu haklarına kısıtlama getirildiğinde, sivil toplum kuruluşları görevlerini yapamaz hale gelirler ki, bunun gerçek anlamı toplumun susturulmasıdır.
Üzülerek söylemek gerekirse, günümüzde ülkeyi yöneten siyasi iradenin hiçbir karşı görüş ve öneriye tahammülü yoktur. Hatta tam tersine, karşı tavır sergileyen sivil toplum kuruluşları çeşitli yöntemlerle sindirilmektedir.
Bu kapsamda Türkiye’de ki en örgütlü STK’ lar sendikalardır.
Yıllar önce çalışanların kazanmış olduğu sendikal haklardan artık söz edilememektedir. Çünkü siyasi otoritelerin yerelde ve genelde çeşitli yöntemlerle oluşturdukları baskılar sonucu, siyasi iradeye uyumlu sendikalar oluşturulmuş ve çalışanlar bu sendikalara üye olmaya zorlanarak çalışanların haklarını korumakla görevli gerçek sendikaların gücü kırılmıştır.
Üyeleri olan işçilerin görüşleri yerine, bir başka iradenin istekleri doğrultusunda görev yapanların adı, demokrasilerde yeri olmayan “Sarı Sendikadır.”
Sivil toplum kuruluşlarından bir başka önemli olanları da yasayla kurulmuş olan Meslek Odalarıdır.
Bunlar da meslektaşlarının haklarını korumanın yanında, içinde yaşadıkları topluma karşı da sorumlulukları vardır. TABİP ODALARININ, toplumun sağlığını korumaya yönelik sağlık politikaları üzerinde söz sahibi olduğu gibi aynı sorumluluk, Eczacı Odaları, Diş Hekimleri Odaları, Veteriner Odaları içinde geçerlidir.
TMMOB’ nin üyeleri olan Mimarlar Odası, İnşaat, Çevre, Şehir Plancısı, Ziraat, Kimya ve benzeri mühendis odalarının ülke ve kent yönetimlerinde öylesine büyük sorumlulukları vardır ki, onları yok saymak demokratik rejimlerden uzaklaşmanın ilk işaretidir.
Türkiye bir deprem ülkesi olup, büyük bir depremin yakın bir gelecekte olacağı ve çok ağır yıkımlarla can kaybına neden olacağı uzmanlarca belirtilmektedir.
Böyle bir ülkede, kentlerin imarı ve planlaması konularında bu odaları ayak bağı olarak gören, hatta yok sayarak bir anlamda da yönettikleri toplumu hiçe sayan kent yönetimlerinin, çağdaş kent yaratma gibi iddialarının olması da inandırıcı olamaz.
Bir de ülkenin kalkınmasında çok önemli rol oynayan sanayici ve iş adamlarının haklarını korumak üzere kurulan en büyük meslek kuruluşu olan Ticaret ve Sanayi Odaları ve onların en üst organı olan Odalar Birliği ise, yalnız bugün değil bilebildiğim tüm süreçlerde kim iktidardaysa onun arka bahçesi görevini üstlenmiştir.
İş adamları dernekleri içerisinde zaman zaman da olsa, siyasi iradenin yanlışlarına karşı çıkabilen tek kuruluş TÜSİAD’DIR.
Bunların dışında çeşitli toplumsal alanlarda görev yapmak üzere dernek ve vakıf yasaları ile kurulmuş STK’ lar vardır. Aynı sorunlar bu kuruluşlar içinde geçerlidir.
Ancak özellikle vakıf statüsünde kurulan çok sayıda kuruluşun, eğitim ve din gibi ülkenin en önemli konularında etkin hale gelerek ülke yönetimini ele geçirmeye çalışması, son yılların demokrasimiz adına en büyük tehlikesi haline gelmiştir.
Bu vakıfların beslendiği tarikat ve cemaatlerin çok iyi izlenmesi ve asıl amaçları dışında faaliyet göstermesi yasaklanmalıdır.
***************************************
Sivil toplum kuruluşlarını hem demokrasiler için çok önemli diye tanımlayacak, hem de bu kuruluşları ya yok sayacağız ya da susturacağız.
Her türlü uzlaşmadan uzak, yönettiklerinin görüş ve önerilerine ihtiyaç duymayan yönetim tarzının adı demokrasi olamaz.
Bu yönetim tarzının adı, son zamanlarda yerel ve genel yönetimlerin sergiledikleri, “Ben yaptım oldu” şeklinde de tanımlanan “Tek adam yönetimidir.”
Bunları söylerken belki de çok daha önemli bir gerçekten de söz etmek gerekir diye düşünüyorum.
Sivil toplum kuruluşlarının tek amacı toplumsal çıkarların korunması olmalıdır.
Bu amacı dışına çıkarak birilerinin kişisel çıkarlarına hizmet etmesine veya bu kuruluşların başka amaçları için basamak yapılmasına göz yumulursa, bunların adı STK olmaktan çıkar.
Sivil toplum kuruluşlarında görev almak özveri ve cesaret ister.
Yerel ve genel siyasi otoritelerle iş ilişkisi olanların bu kuruluşlarda yer almaması daha doğru olur. Çünkü kendi işlerinin yürütülmesi için STK amaçlarından ödün vermek zorunda kalabilirler.
Bir başka gerçekte, toplumsal hakları savunurken zaman zaman yerel ve genel otoriterlerle karşı karşıya gelinebileceğidir.
İşte bu noktada, dik durabilmek ve her türlü baskıya karşı çıkabilmek yürek işidir.
O nedenle, bu cesarete sahip olmayanlar STK’ lar da görev almamalıdır.
Aksi halde bu görevler, törenlerde ve resepsiyonlarda gövde gösterisi yapmaktan öteye geçmeyecektir.
SONUÇ;
Eğer bir ülkede demokrasi varsa, sivil toplum kuruluşları olacaktır.
Gerçek demokrasilerde STK’ ların özgürlük alanları sınırlanamaz.
Gerçek demokrasiye inanan yönetimlerin, STK’ların daha çok konuşmasını ve değişik öneriler getirmesini desteklemesi esastır.
Çağdaş demokrasilerde STK yöneticilerinin karşı çıkışlarından ötürü başları derde girmemelidir.
Eğer her iki taraf içinde geçerli olan bu kurallar duyarlılıkla uygulanmazsa, o ülkede demokrasiden söz edilemez.
Ne var ki, bu ülkede ki siyasi iradenin başında olan Cumhurbaşkanı, Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı’nın yaptığı her öneriyi dahi, “Bizim sizin önerisine İhtiyacımız yok, fikrinizi kendinize saklayın” Diye ret ediyorsa, zaten söylenecek çok bir şey kalmıyor.
Zaten bu yönetim biçiminde STK’ lar olsa ne olur, olmasa ne olur..
Bunun anlamı, Yargıdan sonra STK’ ların da siyasi iradenin güdümüne sokulmasıdır.
Yazık, hem de çok yazık. Güzel ve sorunsuz bir hafta dileğiyle.
NOT; Değerli okurlarım, önümüzde ki hafta İ.Ü Eczacılık Fakültesi’nin 1968 mezunları olarak 49. Yıl buluşmamızda olacağım için gelecek hafta ki köşe yazımı yazamayacağım için sizlerden özür diliyorum.
SAMSUNLULAR, LÜTFEN! UNUTMAYINIZ.
HAVA ALANIMIZ ÜÇ AYLIĞINA KAPATILACAK.
Altı üstü 3,5 Km. uzunluğunda ki 2. Pistin maliyetinin gerekçe olarak gösterilerek yapılmaması ve alanın kapatılarak onarılacak olmasının şimdi de üç ay ertelenmiş olması düşündürücüdür.
Böylece acil bir neden olmadığının ortaya çıkması ile kapatmanın asıl nedenin, bunlar olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu, bir kez daha Samsun’a yapılan bir dayatmadır.
Soru şu; Neden bu dayatmaya sessiz kalınıyor?
NEDEN? NEDEN? NEDEN?