Demokrasiyi içselleştirmiş toplumlarda ülkemizin son ondokuz yılda tanık olduğu olayları yaşayabileceği düşünülemez.
- Şimdi yirmi 20 yıla yaklaşan bir süredir ülkemizi gerek tek başına yöneten AKP İktidarında ve gerekse, son iki yıldır AKP Genel Başkanının Cumhurbaşkanlığı görevini de üstlendiği Başkanlık rejiminde yaşadıklarımızdan ve neleri kaybettiğimizden söz etmek istiyorum. Yazımı yazdığım bugün, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanıyordu. Daha doğrusu bir kez daha halkın ve çocuklarımızın katılacağı şekilde kutlanamıyordu.
23 Nisan 1920 de milli egemenliğin kayıtsız şartsız halkımıza verildiği ve halkın temsilcisi olan TBMM’ nin açılışının yıldönümü. Daha sonra da çocuklara armağan edilerek Çocuk Bayramı olarak da kutlanan bu önemli bayramımızı da diğer milli bayramlar olduğu gibi artık coşkuyla hep birlikte kutlayamıyoruz.
Şimdi düşünün, AKP iktidara geldiğinde doğan çocuklar bugün 19
yaşında oldu. Bu kuşak, milli bayramların anlamını ve tarihini
yeterince öğrenemeden ve bayramların coşkusunu yaşayamadan
büyüdü.
Bu kuşağın birkaç yıl sonra ülkemizin yönetiminde yer alacağını düşünürsek, ailesinde bu eğitimi alan ve görgüyü yaşayan veya kendi çabası ile Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyet tarihini öğrenen çocuklarımız dışında ki çocuklarımız, bu vasıflara sahip olmadan iş ve siyaset yaşamında yer alacaktır.
Bu noktada söylenecek söz;
Bu ülkede, artık Atatürk sevgisinin ve Laik Düzenin ciddi boyutta aşındığı ve çocuklarımızın da Cumhuriyet ve Atatürk sevgi ve inancını yeterince öğrenemeyeceğidir.
- Ülkemizde artık milli değerlerimize sahip çıkmak gibi çok önemli bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Osmanlı’dan sıfır düzeyinde bir sanayi ve ekonomi devralan Cumhuriyet dönemi çok kısa sürede temel ihtiyaç maddelerini üreten fabrikaları ve çok önemli hizmet kuruluşlarını ülkemize kazandırmıştı.
Son yirmi yılda bunların tamamına yakını özelleştirme ile değerlerinin altında yabancılara ve iktidara yakın kişilere satıldı. Yerlerine ise bir tek fabrika yapılmadı. Böylece halkımız, milli değerlerini kaybettiği gibi işsiz sayısının patladığı yanlışları yaşamak zorunda kaldı.
Bu nokta da söylenecek söz;
Artık kayıplarımızın yerine konamayacağı bir duruma gelmiş olmamız gerçeğidir.
- Son ondokuz yılda hızla çöken bir ekonomi ve hızla artan işsizlik ile halkın alım gücünün sürekli eridiği, artık orta tabakanın dahi yoksulluk sınırına düştüğü bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıya kaldık.
Bunlar yetmezmiş gibi dış borcumuz tüm Cumhuriyet Dönemlerinde ki dış borcunu katladı.
Döviz kontrolden çıktı. Döviz yükseldikçe halkımız her geçen gün biraz daha fakirleşmeye başladı.
Bu noktada söylenecek söz;
Fakirleşen halk, iktidarın vereceği desteklerle yaşayabilecek duruma gelmiştir.
- Tek parti iktidarlarının geçmişte yaşanan sıkıntıları bir kez daha yaşadığımız bir dönemden sonra, tek adam rejimine dönüşen Başkanlık sistemine geçildi.
Böylece TBMM’ ni devre dışı bırakan, yargı da dâhil halkımızın tüm kesimlerini ilgilendiren her türlü kararları tek başına bir kişinin alıp uyguladığı sistemle, hızla demokrasiden uzaklaşılmaktadır.
Burada söylenecek söz;
Siyasi irade, yapmak istediklerini gerçekleştirene kadar kendi yöntemleriyle iktidarını sürdürmek istemektedir.
- Çok partili döneme geçtiğimiz tarihten bugüne kadar geçen 70 yılda zaten yargımız hiçbir zaman tam bağımsız olmamıştı. Ne var ki, özellikle
Başkanlık dönemine geçilmesi ile artık en üst yargı dahi büyük bir baskı altına girmiştir. Hâkim güvencesi aşınmış, istenen kararları vermeyen hâkimler daha alt görevlere tayin edilerek sindirilmiştir.
Hatta alt mahkemeler siyasi iradenin beklentileri doğrultusunda en üst yargı karar makamı olan Anayasa Mahkemesi kararlarını dahi tanımaz hale gelmiştir.
O zaman söylenecek söz;
Artık yargının bağımsızlığından söz edilemez hale gelinmiştir.
- AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte tarikatlar inanılmaz bir şekilde serbesti kazanmıştır. Sırtını iktidara dayayan veya bazı bakanlarla bağlantılı olan tarikatlar, devlet kurumlarına yerleşmeyi sürdürmektedir.
Tüm uyarılara rağmen, bugün “Ne istediler de vermedik” diyerek pişmanlık duyulan 15 Temmuz Darbesine zemin hazırlandı. Ne yazık ki, bu darbe denemesinden yeterince ders alınmamış olmalı ki, adı farklı tarikatlar hala benzer yapılanmayı ve Devlet kurumlarını ele geçirme amaçlarını sürdürmektedir.
O zaman söylenecek söz;
Tüm yaşananlara rağmen, siyasi iradenin hala tarikatları ve ortak paydamız olan dinimizi siyasi amaçlarla kullanmayı sürdürdüğü görülmektedir.
- % 98 i Müslüman olan ülkemizde çok partili döneme geçilmesi ile birlikte sağ iktidarlar, dinimizi sadece kendilerine ait bir inanç olarak algılamış olup, bugün de siyasi amaçlarla kullanmayı sürdürmektedirler.
İşte bu nedenle, dini konularda yapılan baskılar son on yılda iyice
artmış, çocukların İmam Hatip Okullarına gitmek zorunda
bırakıldığı bir zorlama sistem uygulamaya sokulmuştur.
İl merkezlerinde ki Milli Eğitim Bakanlığına ait ortaokul ve
liselerin bazıları il dışına çıkartılmıştır. Böylece servise verme olanağı
olmayan aileler, çaresizlikle çocuklarını merkezde sayıları her geçen
gün artan İmam Hatip Okullarına göndermek zorunda bırakılmıştır.
Buna rağmen yapılan çok derslikli İmam Hatip okullarına yeterli
öğrenci bulunamazken, Milli Eğitimin normal okullarında öğrenciler 50
kişilik sınıflarda ders yapmak zorunda bırakılmaktadır.
Gerek bunlar, gerekse okulları ders konularının dinsel ağırlıklı
seçilirken, çocukları geleceğe hazırlayacak coğrafya, sosyoloji gibi çok
önemli sosyal bilgi dersleri kaldırılmaktadır.
Ülkemiz adına sevinilecek noktaların başında ise, kendisini geleceğe
çok iyi hazırlayan bir Z kuşağının geliyor olmasıdır. Bu kuşak ülkemizin
eğitim sisteminde ki tüm olumsuzluklara rağmen sorgulayan, olaylara
“neden, niçin” soruları ile yaklaşan 20-30 yaş aralığında ki gençlerden
oluşmaktadır.
Ne var ki, dinsel baskıların artması ve bazı din adamlarının Kur’an
ve bugünün gerçekleri ile bağdaşmayan sözleri ile bazı akademisyen
ünvanlı dekan veya rektörlerin, “Ülkemize eğitimsizler çok daha
yararlıdır ” Sözleri, bu kuşak ile toplumun bir kesiminde hızla dinden
uzaklaşma yaratmıştır
Nitekim yapılan son anketlerde de deist sayısının arttığı görülmektedir.
O zaman söylenecek söz;
Eğitim politikaları, laik eğitim ilkelerinden uzaklaşırken, din ağırlıklı
eğitim politikaları güç kazanıyor demektir.
SONUÇ:
Bu dönem de göz ardı edilmemesi gereken en önemli şey, türlü çarpıtmalarla Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını Mustafa Kemal ve arkadaşlarına fatura ederek kurulan Cumhuriyet rejimini gözden düşürme çalışmalarına hız verilmiş olmasıdır.
Diğer yandan ortak paydamız Müslümanlığın sadece iktidar yanlısı gibi düşünenlere ait olduğu gibi bir yaklaşım ile Laik Düzene sahip çıkanlar dinsizlikle suçlanmaktadır.
Her geçen gün artan bir şekilde Devletimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve O’nun kurduğu Cumhuriyetimiz, aslı olmayan bazı söylemlerle itibarsızlaştırma çalışılmaktadır.
Kısacası, ülkemizde ki Laik Ve Çağdaş Hukuk Düzeni giderek yıpranırken, toplumun büyük bir kısmının desteklemediği Başkanlık Modeli, siyasi iradenin iktidarını sürdürmesi için kalıcı hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Korkutucu olan, demokrasi kullanılarak ülkemizin çoğunluğunun desteklemeyeceği bir sürece doğru gidiyor olmasıdır.
Bu hafta ki yazımı bugün ülkemizde olanları özetleyen ünlü düşünür EFLATUN’UN 2400 yıl önce söylediği şu veciz sözlerle sonlandırıyorum;
“Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz toplumlarda demokrasiye geçilmesi, oligarşi ( Siyasal gücün bir kişi veya birkaç kişilik gücün elinde olması) yaratır.
Ülkemizde gelecek adına umutların arttığı, sağlıklı güzel günlere ulaşmamız umuduyla, tüm okurlarıma iyi haftalar dilerim..