Ülkemizde tarihin de görülmemiş bir vahşet dönemi yaşanıyor. Akıl almaz cinayet çeşitlerini duyuyoruz. Cezaevleri dolmuş, yeni yeni cezaevlerinin yapıldığı başarı gibi sunuluyor.
Ülkemizin başına çöken bir başka bela ise, uyuşturucu kullanımının hızla artmasıdır.
Uyuşturucu satışı yapılan mücadeleye rağmen giderek artarken, uyuşturucu kullanım yaşının ilkokul seviyesine indiği de bilinen bir başka acı gerçektir.
Uyuşturucu konusu çözümlenemezse, korkarım ki ülkemiz bir savaşa girmeden büyük bir nüfus kaybı yaşayacaktır. Uyuşturucu belası önlenemezse, çok değil on yıl sonra bu acı tabloyla karşı karşıya kalmamız şaşırtıcı olmamalıdır.
Bugün ülkemizde yaşanan siyasi kamplaşma ve ekonomik kriz, daha önce yaşanan toplumsal gerilimlerin ve ekonomik krizlerin boyutlarının da ötesine geçmiştir.
İstanbul seçimlerinin gereksiz yere ertelenmesi ile siyasi iktidarın seçimi kazanma uğruna yaptığı aşırı harcamalar, bozuk ekonomiye rağmen devlet kurumlarının sürdürdüğü savurganlık, zaten bozuk olan ekonomimizi darmadağın etmiştir.
İstanbul seçimleri sonrası başlayan zam furyası öyle bir boyuta ulaştı ki, ülkemizi ayakta tutan orta kesimi dahi açlık sınırın da yaşamaya mahkûm etti. Hiç şüphesiz ki, bunda, gelişmiş ülkelerde dahi görülmemiş sayıda açılan AVM’lerde, ülkemizin omurgası sayılan küçük ve orta ölçekli esnafı yok etmesi de büyük rol oynadı.
Ülkemizin ekonomik yapısının son durumunu özetlememin nedeni, bunun ülkemizde artan suç oranlarının ve çeşitliliğinin de gerçek nedenlerini oluşturuyor olmasındandır.
Bir yandan işsizlik ve aşırı zamların altında ezilmenin yarattığı çaresizlik, diğer yandan kendilerine Suriyeli sığınmacılar kadar değer verilmemesi, toplumda büyük bir öfke ve tepki yaratmış bulunuyor.
Çeşit çeşit cinayetler, tecavüzler, kadına ve çocuğa şiddet gazetelerde yer alıyor. Sadece dünkü gazetelerde yer alan olaylardaki suç çeşitliliği dahi çok şeyi açıklamaya yeter sanıyorum.
“Kadını parçalayıp balkondan attılar”. “Kardeşini tarım ilacı tankına atarak öldürdü.” “Sağlık teknisyeni kadını sevgilisi doktor öldürdü.” “Kuyudan üç günlük bebek cesedi çıktı." "Ünlü anketçi Hakan Bayrakçı’ya sokakta meydan dayağı atıldı.” “Çalışmasını isteyen kocasını bıçakladı.”
Basında hemen her gün yer alan bu olaylar ne kadının, ne çocukların, ne de toplumun önemli insanlarının can güvenliğinin kalmadığını gösteriyor.
Bırakın sıradan bir suçu, cinayet işlemek dahi artık suç işleyenleri korkutmuyor. Çünkü biliyorlar ki, bu suçu işleyenler yeterince ceza almıyorlar veya aldıkları ceza kadar cezaevinde kalmıyorlar.
Buna karşılık düşüncelerini yazdıkları için ellerine silah değmemiş, hiçbir anarşi eylemine katılmamış onlarca gazeteci cezaevlerinde çile dolduruyor.
Bir de son zamanların af niteliği kazanan “Denetimli Salıverme” Olayı var ki, bence bu bile suç işleyenleri cesaretlendiriyor. Birisine göz dağı vermek isteyenler hasmını ayaklarından veya diz kapaklarından vurursa hasmı sakat kalırken, biliyor ki kendisi “Denetimli Serbestlikten” yararlanarak serbest kalacaklardır.
Örneğin yakın bir tarihte aracında hamile eşinin bulunduğunu söylemesine rağmen, trafikte yaşanan basit bir olayı abartarak aracı tekmeleyen, camını kırarak sürücüye zarar vermeye yeltenen magandaları,göz altına alındıktan bir süre sonra serbest bırakan yargı ile hiç kimse kendisini güvende hissedemez.
Koruma kararı alınan kadınların dahi rahatça katledildiği bir ortamda, kadınlar kendilerine şiddet uygulayan kocalarına boşanma davası açma cesaretini nasıl gösterecektir?
En güvenli yerler olarak görülen köylerimizde dahi kaybolan çocukların bir süre sonra tecavüz edilmiş veya öç almak için öldürülmüş olarak cesetlerinin bulunması, işin hangi boyutlara geldiğini göstermektedir.
Ana Muhalefet Partisi Liderini şehit cenazesinde öldürmeye kalkışanları tamamen siyasi yandaş olduğu için salıveren ve onların bir de gövde gösterisi yapmasına seyirci kalan yargı ile ne yapmaya çalışıyoruz?
Ne cezaevi sayısını ne de kolluk kuvvetlerinin sayısını artırmak, suçları azaltmak için çözüm olamaz.
TBMM’ de acilen “Suç işleme ve uyuşturucu kullanımı artışının nedenlerini araştırma ve önleme komisyonu” Kurulmalıdır. Ülkemizin konularında uzmanlaşmış psikiyatri uzmanları ve hukukçuları ile iletişim uzmanlarından destek alınarak çözüm yolları aranmalıdır.
Bu iki konuyu çözmek, en azından inandırıcı çözüm yolları aramak ülkemizi yönetenlerin ertelenemez görevi haline gelmiştir.
Bu sorunlar akıl yolu ile çözülemezse, bu ülkede huzur ve güven içinde yaşamak giderek olanaksız hale gelecektir.
Tanrının her türlü olanağı verdiği bu cennet ülkeyi yaşanmaz hale getiren herkesin aklını başına toplayarak, ülkemizde güven ve huzur ortamını hazırlama görevini görmezden gelmemesi dileğiyle sorunsuz ve güzel bir hafta diliyorum.