Anayasa, ücretin emeğin karşılığı olduğu; devletin, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alacağı; asgari ücretin tespitinde ekonomik ve sosyal durumun göz önünde bulunduracağına hükmetmiştir. İş Kanunu, iş sözleşmesi ile çalışan ve bu kanun kapsamında olan veya olmayan her türlü işçinin ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari sınırlarının en geç iki yılda bir belirleneceği amil kılınmıştır. Asgari Ücret Yönetmeliği’nin 4 üncü maddesinde ise asgari ücret; işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret şeklinde tanımlandığı görülmektedir.
Yukarıda mevzuat kısmı ifade edilen asgari ücretin yazılıp, çizilenin aksine sosyal ve ekonomik boyutu da vardır! Aslında yönetmelik asgari ücretin ne olduğunu veya ne olması gerektiğini çok net bir şekilde ifade etmiş, ancak teori ile pratik çoğu zaman uyuşmamaktadır! TÜİK rakamları doğrultusunda 2015 yılı içinde dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 1.328,00 olduğu ve yoksulluk sınırının da 4.328,00 olduğu düşünüldüğünde asgari ücretin ne kadar olması gerektiği aslında açıktır! Kanaatkâr bir yapıya sahip olan Türk halkı yönetmelikte geçtiği gibi kültürel (sinema, tiyatro, tatil gibi) ihtiyaçlarının karşılamasını istemiyor zaten, ama insan onuruna yakışır bir ücreti de hak ediyor!
Tabii konuşmak ve ahkâm kesmesi kolay! Diğer taraftan ülke gerçekleri var! Dünyanın siyasi ve ekonomik gerçekleri var! Ücretlerin karşısında gerek ulusal ve gerekse uluslararası güç sahipleri var! Özellikle ekonomide tek taraflı olarak küreselleşmenin hakim olduğu bu dönmede ulusal ekonomilerin rekabet gücü de, maalesef emek sömürüsüne dayanmaktadır! Bundan dolayıdır ki pamuk ipliğine bağlı olan iktisadi dengeleri idare etmek öyle kolay değil! Nice dünyaca ünlü iktisat profesörlerinin krizler karşısında çaresiz kaldığı vakidir! Ücretlerdeki bir oynama fiyatları; fiyatlar enflasyonu; enflasyon faiz ve döviz dengesini, o da mal ve emek piyasalarını bozmakta ve derken ekonomik kriz kapıya dayanmaktadır! Ekonomi zincirleme tepkime kurallarına tabidir! Ancak bu realite emeğin sömürülmesini haklı çıkaramaz, çıkarmamalı da! Devletin yegane varlığı önce güvenlik, sonra halkın refah seviyesini artırmak olmalıdır.
Belirtildiği üzere asgari ücret, devlet tarafından sosyo/ ekonomik durumlar ölçüsünde emekçiye emeğin karşılığı olarak taktir edilen en düşük piyasa ücretidir. Hâl böyle olunca piyasada uygulanan iki farklı durum ortaya çıkmaktadır. Birincisi tekstil sektöründe ve özellikle kadın istihdamında asgari ücretin altında işçi çalıştırması! İkincisi de çok sık rastlanan bir durum olup, asgari ücretin üzerinde işçi çalıştırıldığı halde primlerin asgari ücretten bildirilmesi! Görüldüğü üzere karşımıza başka bir kayıtdışı örneği çıkmakta! Demek ki, mevcut asgari ücret uygulaması ülke gerçekleri ile örtüşmemektedir.
En başta belirttiğim üzere siyaset alanının dışındayım. Maksadım karınca kararınca ülke gerçekleri ile örtüşen, kayıtdışı istihdamın azaltılmasına katkı saylayacak ve insan onuruna yakışacak bir ücretin nasıl olması hakkında diyalog kurmaktır. O halde birinci şart, tekli asgari ücret uygulamasının terkedilmesidir. İkinci şart, sektör ya da faaliyet (NACE kodu) alanlarına göre asgari ücret uygulamasına geçilmesidir. Örneğin, inşaat sektöründe çalışan bir kalfa ile büro işinde çalışan bir sekreterin maaşı aynı mı olmamalı! İşte o zaman, işçinin alın teri dikkate alınmış ve emek korunmuş olur; ağır işte çalışanla hafif işte çalışan ayrılmış ve adalet sağlanmış olur; prim bildirimleri ile ücretler arasındaki fark kalkmış ve kayıtdışılıkta etkinlik sağlanmış olur. Sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye bu konuda bir adım atarak fark yaratabilir.
Görüşmek dileğiyle…