Memur kelimesi Arapça “emr” kökünden gelip, emredilen anlamındadır. Siyaset bilimi açısından ise kamu adına tahsis edilen görevi icra etmekle yetkilendirilmiş bürokratlardır. Dolayısıyla memur, devlet organizasyonunun ana mekanizmasıdır. Bu haliyle diğer iş görenlerden ayrılmaktadır. Ki, memurluk, işçi ve işveren ilişkisi içinde değerlendirilemez, bilakis bürokrasi kavramı içinde devletin örgütleyici yapısı içinde değerlendirilebilir. Bu anlamda memur, işçi ya da salt çalışan olarak nitelendirilemez. Son tahlilde memur, devlet adına kamu hizmeti sunan ve kamu rejimine tabi bir emanetçiden başkası değildir. Kısacası memur, devlet tüzel kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Yukarıdaki tanımlamadan sonra maaş ve ücretler emeğin fiyatı olarak sosyal ve ekonomik yaşam içinde önemli bir yer işgal eder. Maaş memurlara ödenen para olup, Arapça’da “geçinilecek şey” anlamına gelmekte ve İngilizcesi “salary”dir. Ücret ise işçilere ödenen para olup, Arapaça’da “bedel, kiralayan” anlamına gelmekte ve İngilizcesi “wages”tir.
Memur ve işçi yaptıkları görevin mahiyeti, tabi oldukları rejim ve statüleri açısından farklılık arz etse de, iktisadi açıdan her iki kesim de sabit gelirliler içinde değerlendirilir. Her iki kesim de geçimini, sarf ettikleri emeğin karşılığından sağlamaktadır. Dolayısıyla sosyal ve ekonomik yaşamlarının kalitesi emeklerinin karşılığında kazandıkları paranın değeri kadardır.
Ülkemizde son on yıllara bakıldığında memurun maaşındaki artışın yaşam kalitesini artırmadığı, aksine enflasyon karşısında alım gücünü düşürdüğü görülmektedir. Bu da haliyle enflasyon vergisini akla getirmektedir. Ki, enflasyon satın alma gücünün transferi demektir. Enflasyon, düşük ve sabit gelirler için ciddi bir gelir kaybına neden olmaktadır.
Enflasyonu kontrol altında tutmak için oluşturulan enflasyon sepetinin gerçeği yansıtmadığı, bilakis sepetin içindeki pinpon topundan bahçe hortumuna kadar olan ürün yelpazesinin mutfakta kaynayan tencereye aş olmadığı dillendirilmektedir. Bunun yerine sepete düşük ve sabit gelirlinin hallerini yansıtan mutfak ve gıda endekslerinin konulması gerektiği savunulmaktadır. Gerçekten de belirtilen kesimin harcamalarının % 60’’ını mutfak ve gıda harcaması oluşturmaktadır. Yıllık ortalama % 6 ilâ 7 arasında yapılan maaş artırımının göreceli olmaktan öte bir anlam taşımadığı ve enflasyon karşısında memurun alım gücünün düştüğü göz önüne alındığında rakamların doğruları söylemediği görülmektedir.
Diğer taraftan sabit gelirlilerin GSMH içindeki oranının % 25 ilâ 30 arasında olduğu düşünüldüğünde maaşlarda yapılacak reel artışların enflasyonist etki yaratmayacağı tartışılmaktadır. Nitekim bazı meslek grupları için yapılan ciddi maaş artışları bu savı desteklemektedir. Dolayısıyla tek geçim kaynağı maaş olan memurun, gerek enflasyon ve gerekse vergi karşısındaki durumu dikkate alındığında gelir dağılımı açısından adalet terazisinin doğru tartmadığı görülmektedir.
Ülkemiz gerçekleri masaya yatırıldığında memur maaşlarının oldukça düşük olduğu ve enflasyon karşısında eridiği, özellikle tek maaşla geçinen ve ek geliri olmayan memurların zor durumda olduğu, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını nadiren karşılayabildiği ya da hiç karşılayamadığı görülmektedir. Tüm bunların sonucunda memurların bankalara ciddi anlamda borçlandığı ve maaşlarının önemli bir kısmı ile faiz ödemek zorunda kaldığı acı bir gerçektir.
Sosyal barışın ve adaletin sağlanması, geçim sıkıntısının bir nebze olsun azaltılması, memurun enflasyon karşısında korunması ve gelir dağılımında nisbeten adaletin tesisi için maaşlarda ciddi manada bir artış yapılması büyük önem taşımaktadır. En azından esnafa ve çiftçiye verilen kredi teşviklerine benzer teşviklerden memurların da yararlandırılmasının önü açılmalıdır. Aksi takdirde medeniyetin ve resmiyetin simgesi olan kravat memurun boğazını sıkmakla kalmayacak, boğacaktır da!
Mutlu bir Türkiye dileğiyle…