Verginin kamu hizmetlerinin karşılanması amacıyla devlet gücüne dayalı olarak alındığını ve ödeme gücü kriterine göre vergide adaletin sağlanması gerektiğini biliyoruz. Vergi sisteminde ana gaye, harcamaların finansının yanında ekonomik dengeleri bozmayan, adaleti ve gelir dağılımını esas alan, iktisadî büyüme odaklı, basit ve anlaşılır olmasıdır.
Kamu harcamalarının finansal kaynağı olan vergiler herkesin mali gücü ile orantılı olması esastır. Ödeme gücü kriteri eşitlik ilkesinin de bir aracıdır. Çünkü herkesin kazanç, servet ve harcama düzeyleri birbirinden farklıdır. Onun için kanunda gelir, kişinin bir takvim yılı içinde elde etmiş olduğu kazanç ve iratların safi tutarı olarak tanımlanmıştır. Mali güç de kişinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yaşamını asgari düzeyde sürdürmeye yetecek gelirin üstündeki kısmını ifade eder. Vergilendirme için yapılan harcamaların gelirden düşülerek safi gelir belirlenir. Bahsettiğimiz konu dolaysız vergiler için geçerlidir. Ancak bizim asıl konumuz harcamalar ya da gider üzerinden alınan vergilerdir. Dolaylı vergiler!
Dolaysız vergiler; gelir elde edilmesinden kaynaklanıp, fiyatlar genel seviyesini etkilemeyen, kolaylıkla yansıtılamayan, yüklenicisi belli olan ve genelde artan oranlı vergilerdir. Oysa dolaylı vergiler; gelirlerin harcanmasından kaynaklanıp, fiyat genel seviyesini etkileyen, kolaylıkla yansıtılabilen, yüklenicisi belli olmayan ve sabit vergilerdir.
Dolaysız vergiler; gelir vergisi, kurumlar vergisi, emlak vergisi, veraset ve intikal vergisi, motorlu taşıtlar vergisidir. Dolaylı vergiler ise; KDV, ÖTV, ÖİV, MTV, BSMV, damga ve gümrük vergileri gibi vergilerdir.
Gelişmiş ülkelerde vergi geliri içinde, gelir üzerinden alınan vergilerin payı % 60’ın üstünde iken, harcama vergilerinin payı ise % 30’dur. Türkiye’de ise vergi geliri içinde, gelir üzerinden alınan vergilerin payı % 30 dolaylarında iken, harcama (dolaylı) vergilerinin payının % 60 civarında olduğu görülmektedir. KDV, Türkiye’nin çok büyük vergi kalemini oluşturmaktadır.
Görüldüğü gibi Türkiye’de gelişmiş ülkelerin aksine dolaylı vergilerin payı dolaysız vergilerin iki katıdır. Bunun en büyük sebebinin kayıtdışı ekonomi olduğu bir gerçektir. Devlet, gelir üzerinden alamadığı vergiyi bu defa harcamalar üzerine yansıtmaktadır. Bu da yüksek gelirli ile sabit ve düşük gelirli vatandaşların aynı kefeye konulmasına neden olmaktadır. Genel harcama vergisi olan KDV’nin de vergi içindeki büyüklüğü dikkate alındığında sabit ve düşük gelirlinin üzerindeki vergi yükü tahmin edilebilecektir.
TÜİK araştırmalarına göre Türkiye’de en yüksek gelire sahip olan % 20’lik kesim toplam gelirin % 46.6’ sını alırken, en düşük gelire sahip % 20’lik kesim toplam gelirden ancak % 6.1 oranında pay alabiliyor. Nüfusun yarıya yakınının maddi yoksulluk içinde yaşadığı ülkemiz, gelir adaletsizliği konusunda da Avrupa’nın son sırasında gelmektedir.
Doğrudan gelir ya da servet kıstasına dayanmayan dolaylı vergilerin sabit ve düşük gelirli vatandaşın sırtında külfet olduğu bir gerçektir. Vergi kaçırması ya da vergiden kaçınması mümkün olmayan sabit ve düşük gelirliler zaten zor şartlar altında hayatını idame ettirebilmekte ve fırsat eşitliğinden yoksun kalmaktadır. Kayıtdışı ekonomi sayesinde yıllık kazancını az gösterip, diğer taraftan lüks evlerde yaşayan ve lüks arabalara binenler ile zor şartlarda yaşam mücadelesi veren sabit ve düşük gelirliler arasındaki açı açılmak yerine daralmalıdır. Onun için öncelikli hedef kayıtdışılık ve yoksulluk ile mücadele olmakla birlikte, diğer taraftan da gelir adaletsizliğini ve fırsat eşitsizliğini düzeltici politikaların geliştirilmesi olmalıdır. Nihayetinde vergi sistemimizde doğrudan vergilerin payının artırılması ve dolaylı vergilerin payının da aşağılara çekilerek sabit ve düşük gelirli vatandaşın nefes almasının yolu açılmalıdır.
Görüşmek dileğiyle…