19. yüzyılda işgücü piyasasındaki ilişkiler mülkiyetin ve girişimcinin dokunulmazlığından hareketle liberal politikalar ekseninde işveren ve işçinin (sözde) özgür iradesi olgusuna dayandırılmıştır. Mevcut iktisadi sistemin ekseninde emeğin sömürülmesi hukuksal olarak da meşrulaştırılmıştır. Ancak gelişen işçi ve sosyalist hareketlerle birlikte iş piyasası ve hukuk sisteminde de dönüşümler yaşanmış, özellikle 1917 Ekim İhtilali ve 1929 Ekonomik Krizi kapitalizmi uzlaştırmacı duruma sürüklemiş ve devlete, ekonomiye müdahale ederek hukuk içinde sosyal adalet ve refahın koruyucusu misyonunu yüklemiştir. Bu halde devlet sosyal politikalar ile sermaye ile emek arasında uzlaşma zemininde çözüm üretici olmuştur. Liberal devletten sosyal ve refah devletine geçişle örgütlenme özgürlüğü, çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve grev hakkına kadar birçok kazanımlar elde edilmiştir.
1973’ten, özellikle 1980’den sonra gelişen neo-liberal politikalar ve küresel söylemlerle birlikte esnek üretim ve esnek istihdam stratejileri geliştirilerek iş güvencesi ve işçilik kazanımlarıyla ilgili haklar törpülenmeye başlanmıştır. Küreselleşmenin doğal bir sonucu olarak piyasanın sürdürülebilirliği ve uluslararası rekabet adına esnek üretim, esnek örgütlenme ve esnek çalışma gibi egemen ekonomik güçlerin rekabetçi söylemleriyle sosyal hakların içi boşaltılmaya başlanmıştır. Bu sayede hukukun da yeni duruma uyumsallaştırılması süreci başlamış ve bu doğrultuda siyasi otoritenin üzerindeki baskı da artmıştır. Sözleşme serbestliği ve irade özgürlüğü referans gösterilerek iş hukukunda da esneklik savunulur olmuştur.
İşgücünün esnekleştirilmesiyle verimli çalışmanın ve rekabet gücünün artacağı, istihdam güvencesinin sağlanacağı, üretimin kolaylaşacağı ve işsizliğin azalacağı ileri sürülmektedir. Ancak esnek işgücünü uygulayan ülkelerde işsizlik seviyesinin düşmediği, aksine ücretlerin düştüğü ve çalışma sürelerinin arttığı; çalışmanın farklı ve belirsiz zaman dilimlerine yayıldığı ve yoğunlaştığı; sosyal keyifsizliğin arttığı gözlenmiştir.
Emek piyasasında zayıf tarafın emek kesiminin olduğu görmezden gelinerek güvence ve koruma sağlayan yasaların değiştirilmesi ve sosyal hakların törpülenmesi öngörülmektedir. Yapılacak düzenlemeler ile işçilerin örgütlenme ve toplu iş sözleşmesi yapma hakları kaybolacak, işçilik statüsü belirsizleşecek, taşeronlaşma ve geçici iş ilişkileri artacak, güvence sağlayan iş ve sosyal haklar zayıflayacak ve çalışma şartları ağırlaşacaktır.
Yapısal işsizliğin ve kayıtdışı istihdamın yüksek olduğu, ücretlerin de düşük olduğu Türkiye’de işgücünün esnekleştirilmesinin emek sömürüsünü daha da artıracağı malûmdur. Ancak diğer taraftan piyasaya hakim olan güçlerin, ülkeleri esnekleşmeye zorladığı gerçeğinden hareketle sosyal bir hukuk devleti çerçevesinde yapılacak düzenlemelerin oldukça katı ve dar tutulması gerekmektedir. Asıl çözümün ise işsizlik ve kayıtdışı istihdamı azaltmak ve güvenceli iş olanağını artırmaktan geçtiği bilinmelidir.