Alt işveren ya da kamuoyunda bilinen adıyla taşeron kavramı 4857 sayılı İş Kanunu’nun 3 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu haliyle bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereğiyle teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran kişiye alt işveren denilmektedir.
Aslında taşeron kavramı hukukumuza ilk defa 1936 tarihli 3008 sayılı İş Kanunu ile ‘aracı’ olarak girmişse de, kamuda taşeronlaşma 1984 yılında ve sağlık sektöründe başlamıştır. Zamanla belediyeler, üniversiteler, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da taşeronlaşma başlamış ve artmıştır. Bugün itibariyle kamuda 720.000 civarında taşeron işçi olduğu belirtilmektedir.
Kamu kesiminde taşeron işçi alımı 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 62 nci maddesi gereği hizmet alımı ihalesiyle yapılmaktadır. Bu da karşımıza ihale makamı ve yüklenici kavramlarını çıkarmaktadır.
Özel sektörde taşeronluk ilişkisi asıl işveren ve alt işveren bağlamında yürütülmektedir. Kamuda ise bir kavram karmaşası ortaya çıkmaktadır. Buradaki sorun ihale makamının (asıl) işveren sayılıp, sayılmayacağı ve/ veya yüklenicinin de alt işveren olup, olmadığıdır. Kanaatime göre hizmet alımı ihalesinin 4857 sayılı Kanun 3 üncü maddesinde tanımlanan ‘alt işverenlik sözleşmesi’ kapsamında olmadığı, bilakis 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 470 inci maddesine tanımlanan ‘eser sözleşmesi’ kapsamında değerlendirilmesi yönündedir. Bu durumda (asıl) işveren yüklenici olup, ihale makamı yalnızca kamu yararı ilkesi gereği tedbir almak ve denetimi sağlamakla yükümlüdür. Ek olarak kontrol ve denetim eksikliğinden dolayı da tazmin sorumluluğu olmalıdır. Ancak 4857 sayılı Kanun’un 112 inci maddesinde 10.09.2014 günü yapılan değişiklikle hizmet alımının alt işverenlik sözleşmesi kapsamında değerlendirilmesi ve yüklenicinin alt işveren olduğu sonucu doğmuştur.
Bilindiği üzere asıl ve yardımcı iş ayrımı yapılmaksızın kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan taşeron işçilerine kadro tahsis edileceği ilan edildi.
Konuyla ilgili çalışmalar devam etse de kamuoyuna yansıdığı şekliyle; 1 Kasım’dan itibaren tam zamanlı çalışanların başvurabileceği ve atamanın sınav şartına bağlanacağı; kadronun kurum ve kuruluşların talepleri doğrultusunda şekilleneceği; başvuruda asıl ve yardımcı iş/ işçi ayrımının kaldırıldığı; atananların ‘özel personel’ statüsünde ve üç yıl (yenilenebilir) sözleşmeli olarak çalışacakları; personelin aynı iş ve aynı ücret mukabiline tabi olacağı, ancak toplu sözleşme ve maaş zamlarından yararlanacakları; sosyal güvenlik haklarının aynı şekilde devam edeceği, bilinmektedir. Diğer taraftan belediyede çalışan işçilerin ve özel sektörde çalışan taşeron işçilerin bu haktan yararlanamayacağı, ancak belediyeye bağlı taşeron firma işçilerinin yararlanabileceği belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere bir tasarrufla kamusal alanda çalışan taşeron işçilere ‘özel personel’ statüsünde de olsa kadro tahsis edilmesi kamuoyunda olumlu, yarı olumlu ve olumsuz tepkilere neden olmuştur.
Konuya olumlu bakanlar açısından, herhangi bir sıkıntı ve sorun bulunmamaktadır.
Konuya yarı olumlu bakanlar açısından, bu durumun bir fırsat ve hak olduğu, zaten düşük ücretle kamusal bir hizmet yapıldığı, bu bağlamda kadronun sınav şartına ve elemeye tabi olmaması gerektiği dile getirilmektedir.
Konuya olumsuz bakanlar açısından ise, gençlerin iş bulma ümidiyle yıllarca okuduklarını ve kamuda işe girmek için KPSS’ye hazırlandıklarını; bu durumun fırsat eşitliği ve sosyal adalet bağlamında ele alınmasını, kadronun merkezi ve adil bir sınav çerçevesinde (yalnız kamuda çalışan taşeron işçiler için değil) herkese açık olması gerektiği dile getirilmektedir.