Hukuk; insan ilişkilerini tertip veya tanzim eden ve her an kontrol altında bulundurmak iddiasında olan normatif bir ilim dalıdır. Hukuk, insan ilişkileri neticesinde ortaya çıkan veya çıkmak ihtimali dahilinde bulunan problemlere çözüm arayan pozitif bir bilimdir.
Aslında, her insanın, canlı cansız her organizmanın ve de her ülkenin önce kendine, sonra da kendi dışındakilere karşı bir hak ve hukuku vardır. İnsan hukuka karşı olmaya ve onu çiğnemeye, önce kendi hukukundan başlar. Çünkü, her kötü davranışın muhatabı önce insanın kendisidir.
Bir ülkenin hukuku, o ülke insanlarının birbirlerine karşı davranış şekilleri ve davranış biçimleridir. Çünkü, bir ülkenin hukuk sistemini, o ülkede yaşayan insanların alışkanlıkları ve bu insanların birbirlerine karşı davranışları belirler. İnsanların birbirlerine karşı emin olmadığı ve birbirine güvenmediği bir toplumda, hukuk nizamı da oldukça serttir.
İnsan denen varlığa, zerafet, letafet ve nezaket kazandırmak maksadında olan İslam ve onun hukuk nizamı (ahlaki nizamı), 33 derece cahiller tarafından karikatürize edilmekte; insan olmaktan kaynaklanan zaaflar veya ters ve maksatlı anlayışlar, organize olmuş cehalet tarafından ‘İslam’ın hukuk şekli budur’ denilerek ortaya konulmaktadır.
Bu tür maksatlı hücumlara maruz kalmış İslam hukuku müesseselerinden en ehemmiyetlisi Darul Harp fıkhıdır. İslam’ın bin sene önce uluslar arası ilişkilere getirdiği bu realist yorum, devletler umumi hukuku ile alakalı platformlarda, meselenin asıl muhataplarına karşı uygulanmamakta, aksine içtimai bünyemizdeki uzlaşmayı yıpratmak ve insanımızın birbirine karşı güvenilirliğini ortadan kaldırmak maksadıyla topum içi ilişkilere yönlendirilmekte ve yansıtılmaktadır. Toplum anarşik bir hukuk tercihi yapmak konusunda uyarılmaktadır.
Sosyolojik açıdan İslam’ın dominant bir kültür olduğu bir toplumda, olağanüstü hal hukuku olan Darul Harp fıkhı uygulanamaz. Bu hukuk, sadece olağanüstü durumlara mahsus olarak, anarşik sosyal zeminlerde uygulanabilir. İsmi Ahmet, Mehmet ve Aişe olan fertlerin oluşturduğu bir toplum Darul Harp toplumu olamaz. Hülasa; Darül Harp fıkhı insanların mü’min olma karinesi taşıdığı ve bin yıllık İslami Harsın (kültürün) vücuda geldiği bir toplumda, icraya konulamaz. Bu tür bir zihniyet, sosyolojik bir ayıp ve büyük bir günahtır. Darül Harp fıkhı, topluma duyulan bir öfkenin ve nefretin neticesi olabilir. Ancak; akıl, mantık ve bilginin mahsulü asla olamaz. Bu şekildeki bir anlayış insanların birbirlerine karşı emniyet ve itimadını yıkar. Ve bir sosyal faciayı hazırlar. Peygamber efendimizin ‘İslam her şeyden üstündür. Ona karşı üstün olunmaz.’ Hadis-i Şerif’inden mülhem olarak İmam Şafii hazretlerinin ‘ Bir toplumda İslam hakim oldu mu, o toplum kıyamete kadar Darül İslam’dır. (o toplum Müslüman bir toplumdur.Onların yaşadığı toprak vatandır.)’ şeklindeki açıklamasının manası bu olsa gerektir.
Seküler hukuk ile İslam hukuku arasındaki en mümeyiz fark, İslam hukukunun kendi mantığı içinde sadece, Müslümanlara uygulanıyor olmasıdır. Menşeinde akıl olan pozitif hukukun, hiçbir inanç ayrımında bulunmaksızın, herkes için icra kabiliyetinde bulunması, Cumhuriyet Türkiye’sinin Osmanlı Plural özel hukuk sisteminden, Seküler hukuk sistemine geçme sebebini teşkil etmiştir. Neticede; bu seçim, medeni bir tavır içinde ülkenin birlik ve beraberliğini sağlamıştır. İslam hukukunun batılı formlar içinde bir kodifikasyonun olmaması, yüzyıllık bir Osmanlı hukuk tecrübesinde çeşitli problemler ortaya çıkarmış ve beş bin yıllık Türk Devleti’nde, Cumhuri rejim bu tecrübe üzerine kurulmuştur.
Biraz önce yukarıda da belirttiğim gibi, İslam hukuku hükümlerinin bir çoğu Mü’min ve Müslümana uygulanabilen bir hukuktur. Dolayısıyla, icra edilebilirliği kronolojik açıdan seneler öncesinde kalmış bir hukukun, yaşanılan bir problem karşısında alacağı yeni tavır, İslam hukuçuları tarafından açıklığa kavuşturulacaktır. İslam hukukunu geliştirecek olan yine Müslümanlardır. Ancak, İslami bir kimlik ile ortaya çıkan, sonradan sosyal hayatta karşılaştığı bir problemi, İslam hukukunun daha büyük bir mükellefiyet yüklemesi karşısında, Darül Harp fıkhı hükümlerine sığınarak çözen pragmatist ve kolaycı Müslümanlar, İslam hukuku hükümlerini çağdaş hukuk problemleri karşısında ne kadar geliştirebilir. Dev gibi bir Türk ve İslam medeniyetini günümüze ne kadar taşıyabilirler. Bu şekildeki bir davranış teoride var olan, ancak; pratikte uygulanmayan bir İslam hukuku anlayışının önce dondurulup sonra da müzeye kaldırılması değil de nedir?
Müslümanların İslamiyet’i ferdi olarak yaşadığı bir dönemde, İslam aile ve şahsın hukuku çok fazla gelişme kaydetmiştir. İslamiyet’in kurumsal olarak yaşanmadığı ve yaşatılmadığı bir dönemde ise, İslam kamu hukuku, ancak içtimai örf ile yaşatılabilmiştir. Bugün ise, İslam hukukunun (İslam Ahlak Nizamının) icra kabiliyetinin olmamasının en önemli ve belki de tek sebebi, kendini daha fazla Müslüman olarak isimlendiren şahısların ticari ve toplumsal ilişkilerinde, Darül Harp fıkhı diye isimlendirdikleri, olağan üstü hal hukukuna sığınıp, işlerine göre davranmalarından kaynaklanmaktadır.
Tek cümle ile bugün yapılması gereken şey, kanunlarımızın izin verdiği ölçüde samimiyetle İslam’ı yaşamak meşeinde inanç olan ve hükümlerinin büyük çoğunluğu sadece Müslümanlara uygulanabilen İslam hukukunun medeni bir tavır içinde gelişmesini ve günümüz problemlerine karşı icra kabiliyeti kazanmasını sağlamaktır. Çünkü İslam hukuku (Ahlak esasları) yaşanarak geliştirilen bir hukuktur.
Bize göre, İslam hukuku diye ifade edilen şey İslam ahlakıdır.
Herkese selam ve saygılarımla..