7 Ağustos günü Yenikapı’da beş milyon yurttaş ellerinde Türk bayraklarıyla gelincik tarlasını andırırcasına, halk yönetimine (demokrasi) olan inancını bütün dünyaya haykırmıştır.
Türkiye, 15 Temmuz gecesi bir darbe terörüyle karşı karşıya kalmıştır. Hizmet maskesine gizlenen dinî bir cemaatin de neler yapabileceği görülmüştür. Örgüt mensubu olup da suça karışanlar; yardım ve yataklık yapanlar veya bir menfaat temin edenler elbette karşılığını alacaktır. Ancak bunların dışında kalıp da örgüte sempati duymuş ya da başka nedenlerle örgütün içinde bulunmuş olanların farklı değerlendirileceğini sanıyorum.
Kendisine mal, namus ve can emanet edilen bir askerin sivil vatandaşı öldürecek kadar gözü dönmüşse, aklın durduğu yerdeyiz, demektir. Bunun hiçbir izahı olamaz. Bunu ancak ve ancak çıldırmış ya da ihanet içinde olanlar yapabilir. On yıllardır iltimas geçerek ya da soruları sızdırarak, ancak hizmet maskesine bürünerek ve her halükârda “kul hakkı” yiyerek askerîye, mülkîye ve adliyeye yerleşen zihniyetin mahsulü işte ortada!
Devlet, yapısı gereği halkın üstünde olup, ancak halkın güvenliği, refahı ve huzuru için tüm vatandaşlara eşit mesafede duran; siyaset, liyakat ve adalet üzerine kurulu toplumsal mutabakatın bir teşekkülüdür. Bundan dolayı ki, devlet hiçbir grup ya da zümrenin inisiyatifine terkedilemeyecek kadar önemli ve biriciktir.
Memur, salt bir çalışandan ziyade emanetçidir, yani devletin omurgasıdır. İşte bu yüzden siyasi partiye üye olamaz ve ticaret yapamaz; kişi, zümre, grup veya topluluk lehine ya da aleyhine çalışamaz; görevini yerine getirirlerken dil, din, ırk, cinsiyet, düşünce, inanç ve mezhep ayrımı yapmaz; siyasî ve ideolojik beyan ve eylemde bulunamaz. Onun içindir ki, memuriyete girişte siyasî veya içtimaî iltimas yerine kişisel, kurumsal özellikler ve liyakat, son olarak vatanseverlik (güvenlik soruşturması) kriterleri birlikte değerlendirilmelidir.
OHÂL ile birlikte FETÖ’ye ait içtimaî ve iktisadî kurum ve işyerlerinin kapılarına kilit vurulmuştur. Ancak bunları kapatmak yerine MEB, YÖK ve İDT’ye; ayrıca yurtdışındaki okulların da MEB veya VGM’ye devri sağlanarak, hızlı bir tasfiye, ıslah ve dönüştürmeyle beraber faaliyetlerinin devamında milli çıkar ve kamu yararı olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de din hizmetleri 1424’ten beri Şeyhülislamlık, 1924’ten beri de Diyanet vasıtasıyla bir kamu hizmeti olarak sunulmaktadır. Nitekim din hizmetlerinde yetkili resmî kurum dışında herhangi bir dinî grup ya da cemaati referans almayı doğru bulmuyorum. Bu bağlamda dini olsun ya da olmasın hizmet adı altında faaliyet gösteren tüm vakıf, dernek, lokal, grup, cemaat, cemiyet, dergâh ve tarikat yapılanmalarında kamunun açık ve şeffaf denetimi sağlanmalıdır.
* * *
Olağanüstü hâl ilânı Bakanlar Kurulu tarafından yapılan idarî bir işlemdir. Anayasa’ya göre idarenin bütün işlemleri yargısal denetime tabidir. Dolayısıyla Bakanlar Kurulu kararları Danıştay’ın denetimine tabidir. Ancak bu karar şart-işlem olmasından dolayı (uygulamada) Danıştay denetimine tabi değildir.
Olağanüstü hâl kararı ‘hemen’ meclis onayına sunulmak zorundadır. Meclis toplantı halinde değilse derhal toplantıya çağrılır. TBMM, olağanüstü hâl kararını kanun değil de, parlamento kararı şeklinde onaylar. Parlamento kararları da istisnalar dışında yargısal denetime tabi değildir. Dolayısıyla bu karar şart-işlem olmasından dolayı Anatay (Anayasatay/ AYM) denetime tabi değildir.
Anayasa “idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabi” olduğunu belirtmekte, dolayısıyla olağanüstü hâl ya da sıkıyönetim makamlarının işlemlerini yargı denetimi dışında bırakan bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Sıkıyönetim Kanunu’nda 1980’de yapılan değişiklikle ve Olağanüstü Hâl Valiliği İhdası Kanunu’nda 1990’da yapılan değişikliklerle yetkilerin kullanılmasına ilişkin idari işlemler yargı denetimi dışında tutulmuştur.