Ticaret ve enerji kaynaklarının yolu üzerinde bulunan Kıbrıs, jeostratejik konumu kadar, jeopolitik konumuyla da öne çıkan bir adadır. Üç kıtanın birbirine en çok yaklaştığı bir noktada bulunan Kıbrıs, özel bir kilit konumundadır. Kıbrıs’ı elinde bulunduran ülke, Doğu Akdeniz’i doğrudan kontrol edebilme gücüne sahip olacaktır. Onun için uluslararası ilişkilerde Kıbrıs’a “dünyanın en büyük uçak gemisi” denilmiştir.
Türkiye açısından Kıbrıs, jeostratejik ve jeopolitik olduğu kadar millî ve tarihî bakımdan da çok önemlidir.
Bilindiği üzere 1571 yılında fethedilen Kıbrıs, 4 Haziran 1878 tarihli Kıbrıs Konvansiyonu ile Birleşik Krallık’a kiralanmıştır. Anlaşmanın 8 inci maddesine göre Rusya’nın Kars’ı tahliye etmesi halinde, İngiltere’nin de Kıbrıs’ı tahliye etmesi öngörülmüştür. Ancak 1914’te Kıbrıs, İngiltere tarafından ilhak edilmiş ve Lozan Anlaşması’nın 21 inci maddesine göre de bu ilhak tanınmak zorunda kalınmıştır.
İngiliz işgali öncesinde bir Türk toprağı olan Kıbrıs ile Türkiye’nin tarihsel bağı malûmdur. Kıbrıs’taki Türk varlığı, Türkiye’yi adadan hiç koparmamıştır. Jeolojik olarak da Anadolu’nun bir uzantısı olan Kıbrıs, Türkiye’nin sadece 65 km uzağındadır. Kıbrıs tarihsel, kültürel ve coğrafi olarak Türkiye’nin milli bir meselesidir.
Diğer taraftan Türkiye’nin güvenliği ve Doğu Akdeniz’deki varlığı Kıbrıs’tan geçmektedir. Kıbrıs’ta konuşlanan Türk Ordusu, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye politik bir güç sağlarken, aynı zamanda Türkiye’nin Akdeniz güvenliğini de temin etmektedir.
Türkiye, millî ve tarihî bağları dolayısıyla adadaki soykırıma ve Enosis Planı’na karşı 1960 tarihli Londra Anlaşması’ndan doğan garantör hakkını kullanarak, 21 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’a müdahale etmek zorunda kalmıştır. Yapılan müdahale sonucunda adadaki Türk varlığı korunmuş ve Türkiye’nin milli çıkarları da tesis edilmiştir.
1963’te Türkler, zaten yönetimden tasfiye edilmiş, 1964’te ise kuruluş anlaşması rafa kaldırılmıştır. 1967’deki darbeyle de Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen yıkılmıştır. Dolayısıyla Yunan Kesimi’nin, Türk Tarafı’nı temsil etme yetkisi yoktur. Buna rağmen BM ve AB nezdinde Yunan Kesimi, Kıbrıs’ın temsilcisi olarak gösterilmekte ve Türkiye ise işgalci olarak lanse edilmektedir. Bu kötü niyetli bakış altında 2004’te Yunan Kesimi, Kıbrıs’ı temsilen AB üyeliğine kabul edilmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin ve KKTC’nin uzlaşmacı ve yapıcı yaklaşımını yeniden gözden geçirme zamanı geçmek üzeredir.
Uluslararası arenada bir sorun olarak addedilen Kıbrıs Meselesi konusunda Yunan Kesimi; adanın meşru hükümetinin kendilerinde olduğunu ve KKTC’nin hemen dağıtılmasını; siyasal eşitliğin olamayacağını, bu bağlamda federasyon ve konfederasyondan da söz edilemeyeceğini, ancak nisbî bir eyalet sisteminin olabileceğini; yerlerinden edilen Yunanlıların eski yerlerine dönmesini; Türk Ordusunun ve Türkiye’den göç eden Türklerin adadan ayrılmasını talep etmektedir.
Türk Tarafı ise; fiilî durumun 1974 tarihli Kıbrıs Barış Harekatı ile sağlandığını, dolayısıyla çözümün de bu çerçevede ele alınmasını; uluslararası realite açısından en makul çözümünün “iki toplumlu ve iki kesimli yapı”dan oluşan konfederasyondan geçmesini talep etmektedir.
Hispanyola Adası’nda Haiti Cumuriyeti ve Dominik Cumhuriyeti gibi iki ayrı devletin varlığını kabul eden BM ve AB; ırk, dil ve din bakımından farklılık arzeden iki toplumu tek çatı altında birleştirmek istemesinin sebebi nedir?
1947’de Oniki Ada, bir oldu bittiyle Yunanistan’a hibe edilirken, Kıbrıs’ın da aynı akıbete uğramaması milli bir onur meselesidir. Aksine Kuzey Kıbrıs’ın da, Hatay gibi Anavatan’a kavuşması hem ulusal ve hem uluslararası politika açısından en doğru karar olacaktır. Lakin Anavatan Türkiye, Yavruvatan Kıbrıs’ı bağrına basmak için her daim hazırdır.