Müracaat etmek istedik . Dediler ki , ‘Müracaat , şimdi değil. Tarihini ilan edeceğiz . ‘ Bir hafta sonra gittik .Yine dediler ki , ‘ Müracaat etmediniz mi ? Süresi geçti.’ Anladık ki , taraf olmayan , böyle bertaraf olurmuş.
‘Sen benim sırtımı kaşı ki , ben senin sırtını kaşıyayım. ‘ Liyakat , hak , sadece kelimelerle ırzına geçilen kavramlarmış .
Bir hocamız asistanlarına : ‘ Orhun Abidelerini görmeye gelmiş öğrencilerilerinin taşları sevdiğini , okşadığını , öptüğünü ‘ anlatıyor. Peşine kahkaha atıyordu.
Bayanlardan oluşan asistan grubu ise , gülerek hocanın oynadığı tiyatroya iştirak ediyordu.Eee..! sonunda ekmek vardı.Öyle ya..! dünyaya bir defa yaşamaya gelmişlerdi.
Kader bizi bu hocaefendi ile istemsiz bir şekilde buluşturdu. Ergenokon destanında geçen bozkurt figürünün Türklere ait olmadığını , bayrağımızda bulunan ay yıldızın Türklükle ilgisinin bulunmadığını’ söylüyordu.
Başına sarık vurur , ilmi yok neye yarar.
Oku yok yayını çeker , ahir zaman şeyhleri ( Hoca Ahmet Yesevi )
Biz kendisine , dünyada bozkurt simgesinin kullanıldığı ikinci bir destanın bulunup bulunmadığını sorduğumuzda ise , sinirlenmekte , üstadım : ‘Sen neden sahanda konuşmuyorsun’ diye bana çıkışmaktaydı. Benim bir Türk olduğumu unutmaktaydı . Ben : ‘ Ne Mutlu Türk’üm Diyene ‘ anlayışında biri olarak , kendi kültür havzamda ve sahamda dolaşıyordum. Ancak , o Türk’üm diyememenin ezikliği ile Türk Milli Kültürünün sembollerini inkar ediyor. Almanlarla birlikte dolaşıyordu.
Ben , Prof. Dr. Muharrem Ergin dediğimde , bırak onu azizim , o ne yapmış ki diyecek oluyor. Burun büküyordu. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan , Hilmi Göktürk dediğimde ise :’ sen çok yanlış şeyler okumuşsun.’ diyecek kadar kendinden geçiyordu.
O bu sözleri kullandığında ben yine para harcayarak , onun yanlış dediği kitaplardan dört poşet dolusu , 35 kitabı yüklenmiş bir şekilde ,anlamlı anlamlı gözüne bakıyordum. Bu arada pasaport görevlisi , bu kitapları uçakta yanına alamazsın diyerek poşetleri ve kitapları çekiyordu.
Atalar , ‘ Sorma kişinin aslını , sohbetinden bellidir’ diyordu. Bu sebeble , kişinin aslını sormuyordum . zira aslı sohbetinden belliydi. Sohbetinden tezahür ediyordu. Türk kültürünün fotoğrafına bakınca , gözü kamaşan ve bu sebeble kültürümüzün karikatürünü çıkarmaya çalışan bu zat , düşünceleri ile Nasreddin Noca’yı aratmıyordu.
Evrensel kavramını , uluslararası kavramı ile karıştıran bu arkadaş , ‘minel Ezel ilel ebed ‘ ifadesini sanki ilk defa duyoyordu. Türkçe’nin sadece kendi köyünde ve mahallesinde konuşulduğunu zannediyordu. Azerbaycan’da konuşulan Türkçeye, Azerice diyecek kadar alim ve fazıl bir kişilikti. Korkarım Muğla’da konuşulan Türkçe’ye Muğlaca , Trabzon’da konuşulan Türkçe’ye de Trabzonca deyecek kadar bilgili ve sahasına hakimdi. Çünkü o ,kendisini Türk hissetmiyordu.
Arkadaş önünde duran Azerbaycan Türk’ünün pasaportuna bakıyor. Amad diye , sesleniyordu. Kendisine Amad diye seslenilen Zavallı adam, oda etrafına bakıyordu. Hoca , hala Amad diye bağırıyordu. Bunun üzerine Azerbaycan Türk’ü olan arkadaş , benim adım : Amad değil , senin ve onun gibi , Ahmed deyiverdi . O esnada her şeyi bildiğini zanneden biri : ‘ of … bunlar buraya neden geliyor ki.. ‘ ,’ İsimlerine bak ! ne biçim isim ! ‘diye söyleyiverdi.
Ben bu konuşmaları duyunca şaşırdım, kaldım. ‘ Ağlamayın dostlar , ben öldüğüm zaman . Ağlayın , ağlanacak halime güldüğüm zaman ‘ diye düşündüm. Adam , bir başkasının gözüyle , kendisine bakıp aynadaki şekline gülüyordu.
Bin yıllık Ahmet ismini , Amad şeklinde yazmak , belki Ahmet’i Amad yapmıyordu . ancak , bizi ahmak yapıyordu.
Biraz önce ne demiştik :
Müracaat etmek istedik . Dediler ki , ‘Müracaat , şimdi değil. Tarihini ilan edeceğiz . ‘ Bir hafta sonra gittik .Bu seferde , dediler ki , ‘ Müracaat etmediniz mi ? Süresi geçti . Anladık ki , taraf olmayan , böyle bertaraf olurmuş.
Yani hak ,hukuk , liyakat yokmuş .
Zaten , hocanın hedef kitlesi biz Türk Milleti değilmiş .
Miskin Ahmet Nerdesin , Hak Yolunda ne edesin.
İlmin yok ne haldesin ,ahir zaman şeyhleri ( Hoca Ahmet Yesevi )
Herkese selam ve sevgilerimle
Not : Bu hadise yıllar önce yaşadığım bir hadise olup, okuyucularımla paylaşmak istedim.
Hilmi Göktürk , yıllar öce 1984 veya 86 ‘lı yıllarda terör örgütü PKK’nın şehit ettiği Kahraman Türk subayıdır. ‘Kürtlerin Soy Kütüğü ve Boy tarihi ‘ adlı kitabı vardır.