Bektaşilik, 13. Yüzyılda Anadolu’nun Türkleşmesi süresinde Hoca Ahmet Yesevi öğretisini benimseyen Rum Abdallarından Hacı Bektaş Veli (Pir-i Hünkâr) tarafından oluşturulan ve 16. Yüzyılda Balım Sultan (Pir-i Sani) tarafından da kurumsallaştırılan Hak-Muhammet-Ali yoluna dayalı bir dergahtır.
Alevilik ile Bektaşilik iç içe geçse de aralarında bir ayrım yapılabilmektedir. Alevilik bir mezhep niteliği taşıyıp soydan, Bektaşilik ise bir tarikat olup yoldandır (nasiplenme-el alma). Diğer taraftan Köy Bektaşilerine Alevi denildiği halde Kent Bektaşilerine sadece Bektaşi denir. Aleviler, Alevi Dergahına bağlıyken Bektaşiler, Hacı Bektaş Dergahına bağlıdır.
Moğol istilası ile Türkistan’dan göç eden Türkler kitleler halinde Anadolu’ya geldiklerinde beraberinde Hoca Ahmet Yesevi’nin öğrencileri başta olmak üzere Horasan erenlerini de sürüklemiştir. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında etkin rol oynayan ve Hacı Bektaş Veli’nin de aralarında bulunduğu kanaat önderleri Anadolu’daki siyasi istikrarsızlık sonucu alp-eren ve ahi geleneğine bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Hacı Bektaş Veli, Babailer ve Ahiler ile yakın bir ilişki içinde olmuştur.
Gerek evrimsel gerekse tarihsel bir bakış açısıyla yaklaşıldığında birçok olay ve olgu daha iyi anlaşılacaktır. Alevilik ve Bektaşilik, İslam ile yeni tanışan Türklerin eski inançları ve bulunulan coğrafyayı uyumsallaştırma eğiliminin bir sentezidir. Bu kaçınılmaz bir kültür armonisidir. Nitekim bu Türk Sünniliği için de geçerlidir. Anadolu’ya uyum sağlama ve Balkanlar’a doğru yönelmenin bir sonucu olarak hümanist (insancıl) bir İslam inancının benimsenmesi doğaldır. Erken Otmanlı döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasında, devşirmelerin yetiştirilmesinde ve Balkanların fethinde Bektaşilik unsuru yadsınamaz. Balım Sultan’ın bizzat Padişah II. Beyazıt tarafından Bektaşi Tekkesi’nin başına atanması da buna bir örnektir. Şah İsmail ile yapılan mücadelenin bunda etkili olduğu düşünülse de bu sayede Bektaşilik’i benimseyenlerin çoğunluğu devletin yanında kalmıştır.
Bektaşilik de Mevlevilik gibi hümanist ve eşitlikçi bir inanç olup odağında “kişi” vardır. Amacı insanı kamil olarak tanımlanan olgun-yetkin insana ulaşmaktır. Ana teması “El+Dil+Bel=EDEP’tir”. Bektaşilik; Melametilik, Yesevilik, Nakşibendilik, Ahilik, Kalenderilik, Haydarilik, Vefailik, Babailik, Batınilik ve Hurufilik akımlarından etkilenmiş ve bunları içinde harmanlayarak özümsemiştir. Üçleme (teslis) anlayışının Hristiyanlık ile bir ilgisinin olmadığı, Hak-Muhammet-Ali üçlemesinin Türk Sünniliğine de yabancı olmadığı bilinmelidir. Muhammet ve Ali’ye tanrısal özellik atfedilmediği aksine önder ve rehber oldukları, Türk Sünniliğinde olduğu gibi “Ehl-i Beyt” üyelerine ayrı bir sevgi duyulması ve hilafet hakkının da bu aileye ait olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu çağda demokrasiyi benimsemiş her kesimde soyculuğun bir önemi olmadığı açıktır. Bu durum ancak haykırışa ses verme ve uğranılan acı ve haksızlığın anımsamasıdır.
Hacı Bektaş Veli’nin Horasan Melamiliği’nden aldığı “Dört Kapı” anlayışının her kapısına onar makam ekleyerek “Dört Kapı Kırk Makam” öğretisini geliştirmiştir. Buna Bektaşi Seyr-î Sülûğu denir. Hacı Bektaş Veli’den sonra tarikatın başına geçen Kaygusuz Abdal’ın hazırladığı “Bektaşi Erkannamesi” ile Bektaşilik’in tüzüğü yazılmıştır. 16. Yüzyılın başında Balım Sultan Bektaşilik’i Haydarilik’in bir kolu olmaktan kurtararak Bektaşi-Alevilik’e ait kuralları derleyerek dergahı kurumsallaştırılmıştır. Balım Sultan, Hacı Bektaş Veli’nin manevi kızı Kadıncık Ana’nın torunu Mürsel Baba’nın oğludur.
Hacı Bektaş Veli’nin Hoca Ahmet Yesevi ile bağlantısının olup olmadığı yönünde kuşkular olsa da ağırlıklı görüş Kutbud-din Haydar’a, oradan Lokman Serhasi’ye, oradan da Baba İlyas el-Horasini’ye ve Hoca Ahmet Yesevi’ye bağlandığı yönündedir.
Anadolu’da ve Balkanlar’da İslamiyetin yayılmasında Bektaşilerin önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Öyle ki Balkan Müslümanlarının çoğu inançta Sünni (Türk Sünniliği) iken tarikatta Bektaşidir. Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasında etkin rol oynayan Bektaşilik 1826 yılına kadar devletin mazharına nail olmuştur. Ancak Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile Bektaşi tekkelerinin çoğu ya kapatılmış ya da başına Nakşi şeyhleri atanmıştır. Padişah II. Mahmut’un ölümünden sonra Bektaşilere karşı bir yumuşama olmuşsa da bundan sonra resmi bir nitelik kazanamamıştır. 30 Kasım 1925 tarihli Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun ile bütün tarikatlarla birlikte Bektaşi tekkeleri de kapatılmıştır.