Dinin toplumla ve devletle ilişkisi tarihin her döneminde olduğu gibi yakın siyasi tarihimizde de sorunlu aranlardan biri olmuştur.
Osmanlı döneminde devletin dini yapılarla olan ilişkisi belli ölçüde pragmatiktir. Devlet bir taraftan denetimden uzak kalan yerlerde tekkelerin dini ve eğitimsel gücünden faydalanılması yoluna giderken, diğer taraftan da tarikat şeyhlerinin etrafındaki taraftar sayısının artış göstermesine göre de tavır almıştır. Buna örnek olarak, Kadı Burhanettin Olayı ve Vaka-i Hayriye’yi gösterebiliriz. Yine tarikatların sahip olduğu vakıf gelirlerinin kontrolü amacıyla Evkaf-ı Hümayun kurulmuştur.
Saltanattan Cumhuriyete geçişle birlikte kurucu kadronun, dinin idare içinde olması gerektiği konusunda bir düşünceye sahip olmakla birlikte bunu nasıl düzenleneceği konusunda kararsızlık yaşadığı görülmektedir. Bu yüzden Cumhuriyetin ilk yıllarında dinin kamusal hayatın dışında konumlandırılması çabası, tekke ve zaviyelerle ilgili düzenlemeler, dinin eğitim ve öğretimi konusunda ortaya konulan uygulamalar, bu dönemin dine karşı olumsuz bir düşüncenin varlığını da ortaya koyarken, diğer taraftan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması ve bazı dini eserlerin tercüme edilmesi pragmatik bir yaklaşımı da göstermektedir. Devletin, toplumun dini gereksinimlerini karşılama ve dinin soysal işlevlerinin önüne koyduğu engeller, merdiven altı dini örgütlenmeleri de doğurmuştur. 15 Temmuz süreci ve yaşanan benzeri olaylar, toplumun gereksinim duyduğu sağlıklı din eğitimi ve öğretiminin bizzat devletin denetim ve gözetimi altında verilmesi gerektiği gerçeğini de ortaya koymuştur.
FETÖ, merkeziyetçi bir yaklaşımla din, toplum ve devlet üçlüsünü birleştirmeye çalışarak dini bir toplumsal kontrol mekanizması şeklinde işletmek isteyen tekelci bir eğitimin sonucudur. Din adına toplumu ıslah etme, birey, toplum ve devlet üzerinde hak talep etme fikri cemaatin bir dini ideolojiyi bemnimsemesi dini, siyasi müdahale alanı haline getirmiştir.
Gülen cemaatinin tehlikeli bir örgüt haline gelmesi, cemaati kültür adacıkları olarak gören, devlete rağmen kurtarılmış bölgeler addeden sistem karşıtı özgürleşim alanı olarak kabul eden bir ideolojinin sonucudur.
Birey psikolojisi ile cemaat psikolojisi arasında geçişlik söz konusudur. Cemaatte birey kollektif bir ruh kazanmakta, ki bu da duygusallığı güçlendirirken düşünselliği törpülemektedir. Böylece birey, toplusal ve siyasi gereksinimlerini karşılamada isteksiz olacağından bu tür tercihlerini kendi adına yapacak bir efendiye bırakmaktadır.
Cemaat, bütünlüğünü korumak için müslümanlığın özelliklerini abartmakta, ufak farklılıkları ötekileştirmektedir. Bu da cemaat üyesinin direnişçi ruhu canlı tutmakta, onlara “biz farklıyız, doğru yoldayız”imajı sunmaktadır. Toplumun diğer üyelerine şüphe ile bakmakta ve onlarıhidayete muhtaç zavallılar olarak görtermektedir.
*Kaynak: İhmihal II İslam ve Toplum, TDVY, 2018- Siyasi Sosyal Kültürel ve Dini Boyutlarıyla 15 Temmuz ve FETÖ, Ondokuzmayıs Üniversitesi Yayınları, 2018-